İnsanlar dünya düzeninin kurulmasından itibaren hayvanlarla birlikte yaşamış, yaşamlarının hemen hemen her alanında onlardan faydalanmışlardır. Geçmişe baktığımızda buna mecbur olunsa da Sanayi Devrimi’nden sonra mecburiyetten çok sömürü aracı haline getirildiğini görmekteyiz. Hayvan sömürüsü olmadan alternatif yollar bulunduğu halde insanlar bir şekilde bu durumu görmezden gelerek, endüstriler ise kar amacı gütmesi sebebiyle hayvan haklarını ihmal etmekte.
Hayvan Hakları Yasalarla Nasıl Korunuyor?
Hayvan haklarıyla ilgili yapılan çalışmalara baktığımızda 1875 yılına
dayandığını görüyoruz. İngiltere’de hayvanların deney olarak kullanılmasına
karşın başlayan çalışmalar; 1879’da Almanya’da, 1882’de Fransa’da ve 1883
yılında Amerika’da devam etti. 1925 yılına geldiğimizde Charles Hume,
Londra Üniversitesi’nde daha sonra federasyon olarak değişen Hayvan Hakları
Derneği’ni kurdu. Bu etkileşim içerisinde ise;
-1850 yılında Fransa’da kamuya açık yerlerde evcil hayvanlara kötü muamele
yasaklandı ve bununla ilgili bir kanun yürürlüğe konuldu.
-1876 yılında İngiltere’de Hayvanlara Kabalık Yasası kabul edilerek, hayvan
deneyleri ile ilgili düzenlemeler yapıldı.
-1933 yılında Almanya’da, ilk kez hayvanların doğal bir varlık olduğu ve yalnızca bunun için korunması gerektiği kabul edildi.
-1966 yılında Amerika’da Hayvan Refahı Kanunu kabul edildi.
1970 sonrasında ise bazı Avrupa ülkeleri de bu etkileşimin içine dahil
olarak hayvan haklarıyla ilgili yeni yasalar ve düzenlemeler getirdiler.
Bütün bu gelişmelerin ardından UNESCO
tarafından hayvanların maruz kaldıkları muameleler, özellikle doğal hukuk
temelinde incelenerek Hayvan Hakları
Evrensel Beyannamesi altında hayvanların olmazsa olmaz hakları
sıralanarak ve 15 Ekim 1978 yılında Paris'teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve
Kültür Örgütü (UNESCO) Merkezi'nde düzenlenen bir törende kabul
edildi. Türkiye ise öncelikle ilk yasal adımını Avrupa Birliği Uyum
Süreci’nde Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Sözleşme’yi 2003 yılında onayarak
attı ve 24 Haziran 2004 yılında Hayvanları Koruma Kanunu kabul edildi. Bu kanun
yetersiz kalsa da, Türkiye’de hayvanların korunmasına ilişkin ilk adım olması
açısından önemli gelişme olduğu söylenebilir.
Empati Derneği kurucusu Cem Arslan ile
yaptığım röportajda yasalar ve yeterliliği hakkında şunları söyledi:
Ülkemizde hayvanlarla
ilgili yasaların uygulaması ve yeterliliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce
hayvan şiddetinin önüne nasıl geçilebilir?
5199 sayılı hayvanları koruma kanunu ve bu
kanuna istinaden düzenlenen yönetmelik oldukça yetersiz kalıyor. Hayvana
şiddetin cezası para cezasının ötesine geçemiyor. Cezanın caydırıcı olmaması da
kanunun hayvanlara uygulanan şiddeti engelleyememesine neden oluyor. Adamızda
bile “Bu hayvanları zehirlerim, cezası neyse de öderim.” yaklaşımıyla
karşılaştığımız oldu. Dolayısıyla kısa vadeli çözüm olarak, cezaların
ivedilikle daha caydırıcı hale getirilmesi, Türk Ceza Kanunu kapsamına alınarak
hapis cezalarının uygulanması gerekmektedir. Ama uzun vadede eğitim
kurumlarında empati üzerine eğitim/öğretim programları uygulanarak toplumda
empati yeteneğinin geliştirilmesi hayvana şiddeti en aza indirmek için
gereklidir. Özellikle bu eğitimleri küçük yaşta; mümkünse kreşler, okul öncesi
eğitim kurumları ve ilkokullarda yaygınlaştırmaya başlayarak geleceğe yatırım
yapmanın yanında, çocukların ailelerini de etkileme güçlerinden faydalanarak
toplumda büyük bir değişim yaratılabilir.
Türkiye ve Avrupa
Ülkelerinin Hayvan Haklarına Bakışı
İngiltere
Hayvan hakları konusunda İngiltere’nin
oldukça detaylı ve 14’ü aşkın kanun ve yasal düzenlemesi bulunuyor. Evcil
hayvanların korunmasından, hayvanat bahçesi işletmelerinin düzenlenmesine kadar
hemen her konuda detaylı kanunlar yer alıyor. Hayvanlar “hissedebilen
varlıklar” olarak kabul ediliyor. Hayvanlara eziyet, işkence, hayvan dövüşleri
gibi durumlarda 20,000 pounda kadar para cezası ve 6 ay hapis cezası
verilebiliyor. Hayvan satışı sadece sınırlı sayıdaki petshoplarda yapılabiliyor.
Petshop açmak bizim ülkemizdeki kadar kolay değil. Hayvan satışı yapmak
isteyenler, hayvanların bakımını düzenli olarak yapmak zorunda. Her hayvanın
tüm hayatı boyunca ve bir yıl içinde kaç kez doğum yapabileceği yasayla
belirlendi.
İsviçre
İsviçre, hayvan hakları konusunda çok
ilerlemiş ülkelerden biri olarak göze çarpıyor. İngiltere gibi İsviçre’de de
hayvanlar hissedebilen varlıklar olarak kabul ediliyor. Hayvanları Koruma
Kanunu’na göre hayvanlara kötü davranan, çok çalıştıran ve göz ardı eden
sahipleri hakkında suçun büyüklüğüne göre para cezası veya 3 yıla kadar hapis
cezası verilebiliyor. Hayvan hakları kanununda evcil hayvanlar özel önem
taşıyor. Örneğin köpek sahibi olmak isteyenler için oldukça detaylı
düzenlemeler var. Daha önce köpek sahibi olmamış kişiler köpek sahiplenmeden
önce köpeğe bakabileceklerini gösteren bir sertifika sahibi olmak
zorunda.
Avusturya
Avusturya’da 2004 yılında kabul edilen
kanuna göre, hayvanlar insanların bakma sorumluluğunda olduğu insana eş
varlıklar olarak kabul ediyor. Bu kanun hayvanlarla insanlar arasında bir
eşitlik ifade etmesi nedeniyle önemli. Hayvanların sosyal bağ kurma ihtiyacını
dahi içeren kanunun ihlali durumlarında, ihlalin büyüklüğüne bağlı olarak para
cezası veya 1 yıla kadar hapis cezası verilebiliyor. Kanunu uygulama yetkisi
eyaletlere verilirken, her eyaletin Hayvan Koruma Ombudsmanı ve hükümet
temsilcileri, üniversite temsilcileri ve Merkezi Hayvan Koruma Derneği
temsilcisinden oluşan bir Hayvan Koruma Konseyi bulunuyor.
Türkiye
Türkiye’de hayvan hakları 5199 numaralı
kanunla düzenleniyor. Bu kanuna göre tüm hayvanlar eşit ve kanun hükümleri
çerçevesinde yaşam hakkına sahip. Kanunda hayvanların İngiltere, İsviçre ve
Avusturya’daki kanunlarda gözlenen bir ifade olan “hissedebilen varlıklar”
olduğuna dair bir ibare bulunmuyor. Ayrıca henüz hapis cezası da getirilmedi.
Türkiye’de hayvan hakları kanunlarla
korunuyor gibi dursa da yeterli gelmiyor. Bunun nedenleri arasında eğitimsizlik
ve yasaların yeterince caydırıcı olmadığını söyleyebiliriz.
Örneğin kozmetik alanında hayvan deneyi
yapmayan, hayvansal içeriği olmayan pek çok alternatif marka olsa da insanlar
halen daha bu duruma göz yumarak hayvan deneyi yapan markaları tercih ediyor.
Bunun dışında gerçek kürk kullanımı da oldukça yaygın. Kürk konusunda gerek
sosyal medya gerek geleneksel medyada hayvan haklarının ihlali anlatılsa da
insanların bu durumu görmezden gelmeye devam ediyor. Buna benzer durumu “av
turizmi” adı verilen şiddet içerikli aktivitede ve hayvanat bahçelerinde de
görüyoruz. Çünkü hayvan hakları denildiğinde insanların akıllarına sadece
sokakta yaşayan hayvanlar geliyor. Fakat istatistiklere baktığımızda; Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin (HAKİM), hayvan
hakları ihlallerine ilişkin hazırladığı raporda, 2016 yılında en az 1 milyar
156 milyon 407 bin 473 yaşam hakkı gaspı yaşandığı belirtildi. Ayrıca
Hayvan Hakları Merkezi verilerine göre de Türkiye’de 32 hayvanat bahçesinde
toplam 16.000 hayvan doğal ortamları dışında hapis hayatı yaşıyor. 7.500’ü
Gaziantep Hayvanat Bahçesi’nde, 8 adet yunus parkında en az 30 yunus barınıyor.
Aşağıdaki tabloda son yıllarda sadece deneylerde öldürülen hayvan sayısını
görebiliriz.
Cem Arslan ile yaptığım röportajda hayvanlara
sağlanan yaşam alanı ve hayvan hakları ihlallerinin medyaya yansımasını da
konuştuk.
Ülkemizde sokakta
yaşayan hayvanlar için yeterli yaşam alanı olmadığından pek çok acı çekiyorlar.
Tabloya baktığımızda durum pek iç açıcı görünmüyor. Siz neler söyleyebilirsiniz
bu konuyla ilgili?
Özellikle büyük şehirlerimizde yaşayan tüm
canlıların buna insan da dâhil olmak üzere, yaşam alanları giderek daralıyor.
Daha büyük, geniş, uzun binalar ve daha az yeşil alan, daha az nefes
alınabilecek yapay ortamlar yaratıyoruz. Şehirlerimizde sokak hayvanlarının su
içebileceği dereler, göller, sıcak havalarda gölgesinde dinlenebilecekleri,
soğuk havalarda saklanabilecekleri ağaçlar kalmadı artık. Kendi yaşam
alanlarımızı kısıtladığımız gibi sokak hayvanlarının da yaşam alanlarını yok
ediyoruz. Bizler inşa ettiğimiz evlere sığınır, hafta sonları nefes almak için
şehir dışına kaçabilirken onların gidecek yerleri yok... Dolayısıyla en azından
kendi sokağımızda, kendi semtimizde gücümüzün yettiğince sokak hayvanlarına yardımcı
olmanın sorumluluğunu omuzlarımızda taşıyoruz. Herkes kendi sokağında, semtinde
yaşayan canlıların yaşam hakkına saygı göstermek ve onların yaşamlarına destek
olmak için çaba harcarsa çok daha mutlu yaşam alanlarımız olacak. Biz adamızda
böyle bir mutlu yaşam alanı oluşturduğumuzu görebiliyoruz, çevremizde yaşayan
canlıların mutluluğu veya mutsuzluğu bizlerin de hayatlarını etkiliyor.
Hayvan Hakları
İhlallerinin Medyaya Yansıması
2017 senesine baktığımızda, basına ve
sosyal medyaya yansıyan ve hayvan hakları ihlallerinden; bazıları faili meçhul
duruma düştüğünü görüyoruz. Faili bulunanların ise büyük bir çoğunluğu para
cezasına çarptırıldı. Ceza miktar itibariyle düşük kaldığından caydırıcı
olmadığı gibi, ıslah etme sonucu da sağlamaz. Kamuoyunda buna ilişkin tepkilere
de bakılırsa, verilen cezadan toplumda yaşayan diğer bireylerin de hoşnutsuz
olduğu görülmektedir.
Hem evcil hayvanlara,
hem de sokak hayvanlarına şiddetin arttığını görüyoruz son günlerde. Sizce
önceden de bu kadar var mıydı, yoksa şu an medyaya daha mı fazla yansıyor?
İnsan tarafından hayvanlara uygulanan
şiddetin binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla gerek
sosyal medyada gerek geleneksel medyada gördüklerimiz ne yazık ki buzdağının
sadece görünen kısmı. Sokak hayvanları özelinde bireylerin şiddetine ek olarak,
örgütlü yapılar tarafından denetlenmeyen kamu kurumlarının da katliamlar
yapabildikleri, yapıyor oldukları gerçeğini yadsıyamayız. Ülkenin büyük
şehirlerinden en ücra köşelerine kadar sokak hayvanlarının zehirlenmesi,
tecavüze ve şiddete maruz kalması haberlerini okuyoruz, duyuyoruz. Son yıllarda
medyada yer almasıysa umarız ki farkındalığı arttırarak, sokak hayvanlarına
karşı şiddeti caydırıcı hale getirir.