29 Kasım 2018 Perşembe

TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA HAYVAN HAKLARI



İnsanlar dünya düzeninin kurulmasından itibaren hayvanlarla birlikte yaşamış, yaşamlarının hemen hemen her alanında onlardan faydalanmışlardır. Geçmişe baktığımızda buna mecbur olunsa da Sanayi Devrimi’nden sonra mecburiyetten çok sömürü aracı haline getirildiğini görmekteyiz. Hayvan sömürüsü olmadan alternatif yollar bulunduğu halde insanlar bir şekilde bu durumu görmezden gelerek, endüstriler ise kar amacı gütmesi sebebiyle hayvan haklarını ihmal etmekte.

Hayvan Hakları Yasalarla Nasıl Korunuyor?

Hayvan haklarıyla ilgili yapılan çalışmalara baktığımızda 1875 yılına dayandığını görüyoruz. İngiltere’de hayvanların deney olarak kullanılmasına karşın başlayan çalışmalar; 1879’da Almanya’da, 1882’de Fransa’da ve 1883 yılında Amerika’da devam etti. 1925 yılına geldiğimizde Charles Hume, Londra Üniversitesi’nde daha sonra federasyon olarak değişen Hayvan Hakları Derneği’ni kurdu. Bu etkileşim içerisinde ise;

-1850 yılında Fransa’da kamuya açık yerlerde evcil hayvanlara kötü muamele yasaklandı ve bununla ilgili bir kanun yürürlüğe konuldu.
-1876 yılında İngiltere’de Hayvanlara Kabalık Yasası kabul edilerek, hayvan deneyleri ile ilgili düzenlemeler yapıldı.
-1933 yılında Almanya’da, ilk kez hayvanların doğal bir varlık olduğu ve yalnızca bunun için korunması gerektiği kabul edildi.
-1966 yılında Amerika’da Hayvan Refahı Kanunu kabul edildi.
1970 sonrasında ise bazı Avrupa ülkeleri de bu etkileşimin içine dahil olarak hayvan haklarıyla ilgili yeni yasalar ve düzenlemeler getirdiler.

Bütün bu gelişmelerin ardından UNESCO tarafından hayvanların maruz kaldıkları muameleler, özellikle doğal hukuk temelinde incelenerek Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi altında hayvanların olmazsa olmaz hakları sıralanarak ve 15 Ekim 1978 yılında Paris'teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Merkezi'nde düzenlenen bir törende kabul edildi. Türkiye ise öncelikle ilk yasal adımını Avrupa Birliği Uyum Süreci’nde Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Sözleşme’yi 2003 yılında onayarak attı ve 24 Haziran 2004 yılında Hayvanları Koruma Kanunu kabul edildi. Bu kanun yetersiz kalsa da, Türkiye’de hayvanların korunmasına ilişkin ilk adım olması açısından önemli gelişme olduğu söylenebilir.
  
Empati Derneği kurucusu Cem Arslan ile yaptığım röportajda yasalar ve yeterliliği hakkında şunları söyledi:

Ülkemizde hayvanlarla ilgili yasaların uygulaması ve yeterliliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce hayvan şiddetinin önüne nasıl geçilebilir?
5199 sayılı hayvanları koruma kanunu ve bu kanuna istinaden düzenlenen yönetmelik oldukça yetersiz kalıyor. Hayvana şiddetin cezası para cezasının ötesine geçemiyor. Cezanın caydırıcı olmaması da kanunun hayvanlara uygulanan şiddeti engelleyememesine neden oluyor. Adamızda bile “Bu hayvanları zehirlerim, cezası neyse de öderim.” yaklaşımıyla karşılaştığımız oldu. Dolayısıyla kısa vadeli çözüm olarak, cezaların ivedilikle daha caydırıcı hale getirilmesi, Türk Ceza Kanunu kapsamına alınarak hapis cezalarının uygulanması gerekmektedir. Ama uzun vadede eğitim kurumlarında empati üzerine eğitim/öğretim programları uygulanarak toplumda empati yeteneğinin geliştirilmesi hayvana şiddeti en aza indirmek için gereklidir. Özellikle bu eğitimleri küçük yaşta; mümkünse kreşler, okul öncesi eğitim kurumları ve ilkokullarda yaygınlaştırmaya başlayarak geleceğe yatırım yapmanın yanında, çocukların ailelerini de etkileme güçlerinden faydalanarak toplumda büyük bir değişim yaratılabilir.

Türkiye ve Avrupa Ülkelerinin Hayvan Haklarına Bakışı

İngiltere
Hayvan hakları konusunda İngiltere’nin oldukça detaylı ve 14’ü aşkın kanun ve yasal düzenlemesi bulunuyor. Evcil hayvanların korunmasından, hayvanat bahçesi işletmelerinin düzenlenmesine kadar hemen her konuda detaylı kanunlar yer alıyor. Hayvanlar “hissedebilen varlıklar” olarak kabul ediliyor. Hayvanlara eziyet, işkence, hayvan dövüşleri gibi durumlarda 20,000 pounda kadar para cezası ve 6 ay hapis cezası verilebiliyor. Hayvan satışı sadece sınırlı sayıdaki petshoplarda yapılabiliyor. Petshop açmak bizim ülkemizdeki kadar kolay değil. Hayvan satışı yapmak isteyenler, hayvanların bakımını düzenli olarak yapmak zorunda. Her hayvanın tüm hayatı boyunca ve bir yıl içinde kaç kez doğum yapabileceği yasayla belirlendi.

İsviçre
İsviçre, hayvan hakları konusunda çok ilerlemiş ülkelerden biri olarak göze çarpıyor. İngiltere gibi İsviçre’de de hayvanlar hissedebilen varlıklar olarak kabul ediliyor. Hayvanları Koruma Kanunu’na göre hayvanlara kötü davranan, çok çalıştıran ve göz ardı eden sahipleri hakkında suçun büyüklüğüne göre para cezası veya 3 yıla kadar hapis cezası verilebiliyor. Hayvan hakları kanununda evcil hayvanlar özel önem taşıyor. Örneğin köpek sahibi olmak isteyenler için oldukça detaylı düzenlemeler var. Daha önce köpek sahibi olmamış kişiler köpek sahiplenmeden önce köpeğe bakabileceklerini gösteren bir sertifika sahibi olmak zorunda. 

Avusturya
Avusturya’da 2004 yılında kabul edilen kanuna göre, hayvanlar insanların bakma sorumluluğunda olduğu insana eş varlıklar olarak kabul ediyor. Bu kanun hayvanlarla insanlar arasında bir eşitlik ifade etmesi nedeniyle önemli. Hayvanların sosyal bağ kurma ihtiyacını dahi içeren kanunun ihlali durumlarında, ihlalin büyüklüğüne bağlı olarak para cezası veya 1 yıla kadar hapis cezası verilebiliyor. Kanunu uygulama yetkisi eyaletlere verilirken, her eyaletin Hayvan Koruma Ombudsmanı ve hükümet temsilcileri, üniversite temsilcileri ve Merkezi Hayvan Koruma Derneği temsilcisinden oluşan bir Hayvan Koruma Konseyi bulunuyor.

Türkiye
Türkiye’de hayvan hakları 5199 numaralı kanunla düzenleniyor. Bu kanuna göre tüm hayvanlar eşit ve kanun hükümleri çerçevesinde yaşam hakkına sahip. Kanunda hayvanların İngiltere, İsviçre ve Avusturya’daki kanunlarda gözlenen bir ifade olan “hissedebilen varlıklar” olduğuna dair bir ibare bulunmuyor. Ayrıca henüz hapis cezası da getirilmedi.
Türkiye’de hayvan hakları kanunlarla korunuyor gibi dursa da yeterli gelmiyor. Bunun nedenleri arasında eğitimsizlik ve yasaların yeterince caydırıcı olmadığını söyleyebiliriz.
Örneğin kozmetik alanında hayvan deneyi yapmayan, hayvansal içeriği olmayan pek çok alternatif marka olsa da insanlar halen daha bu duruma göz yumarak hayvan deneyi yapan markaları tercih ediyor. Bunun dışında gerçek kürk kullanımı da oldukça yaygın. Kürk konusunda gerek sosyal medya gerek geleneksel medyada hayvan haklarının ihlali anlatılsa da insanların bu durumu görmezden gelmeye devam ediyor. Buna benzer durumu “av turizmi” adı verilen şiddet içerikli aktivitede ve hayvanat bahçelerinde de görüyoruz. Çünkü hayvan hakları denildiğinde insanların akıllarına sadece sokakta yaşayan hayvanlar geliyor. Fakat istatistiklere baktığımızda; Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nin (HAKİM), hayvan hakları ihlallerine ilişkin hazırladığı raporda, 2016 yılında en az 1 milyar 156 milyon 407 bin 473 yaşam hakkı gaspı yaşandığı belirtildi. Ayrıca Hayvan Hakları Merkezi verilerine göre de Türkiye’de 32 hayvanat bahçesinde toplam 16.000 hayvan doğal ortamları dışında hapis hayatı yaşıyor. 7.500’ü Gaziantep Hayvanat Bahçesi’nde, 8 adet yunus parkında en az 30 yunus barınıyor. Aşağıdaki tabloda son yıllarda sadece deneylerde öldürülen hayvan sayısını görebiliriz.




Cem Arslan ile yaptığım röportajda hayvanlara sağlanan yaşam alanı ve hayvan hakları ihlallerinin medyaya yansımasını da konuştuk.

Ülkemizde sokakta yaşayan hayvanlar için yeterli yaşam alanı olmadığından pek çok acı çekiyorlar. Tabloya baktığımızda durum pek iç açıcı görünmüyor. Siz neler söyleyebilirsiniz bu konuyla ilgili?
Özellikle büyük şehirlerimizde yaşayan tüm canlıların buna insan da dâhil olmak üzere, yaşam alanları giderek daralıyor. Daha büyük, geniş, uzun binalar ve daha az yeşil alan, daha az nefes alınabilecek yapay ortamlar yaratıyoruz. Şehirlerimizde sokak hayvanlarının su içebileceği dereler, göller, sıcak havalarda gölgesinde dinlenebilecekleri, soğuk havalarda saklanabilecekleri ağaçlar kalmadı artık. Kendi yaşam alanlarımızı kısıtladığımız gibi sokak hayvanlarının da yaşam alanlarını yok ediyoruz. Bizler inşa ettiğimiz evlere sığınır, hafta sonları nefes almak için şehir dışına kaçabilirken onların gidecek yerleri yok... Dolayısıyla en azından kendi sokağımızda, kendi semtimizde gücümüzün yettiğince sokak hayvanlarına yardımcı olmanın sorumluluğunu omuzlarımızda taşıyoruz. Herkes kendi sokağında, semtinde yaşayan canlıların yaşam hakkına saygı göstermek ve onların yaşamlarına destek olmak için çaba harcarsa çok daha mutlu yaşam alanlarımız olacak. Biz adamızda böyle bir mutlu yaşam alanı oluşturduğumuzu görebiliyoruz, çevremizde yaşayan canlıların mutluluğu veya mutsuzluğu bizlerin de hayatlarını etkiliyor.



Hayvan Hakları İhlallerinin Medyaya Yansıması

2017 senesine baktığımızda, basına ve sosyal medyaya yansıyan ve hayvan hakları ihlallerinden; bazıları faili meçhul duruma düştüğünü görüyoruz. Faili bulunanların ise büyük bir çoğunluğu para cezasına çarptırıldı. Ceza miktar itibariyle düşük kaldığından caydırıcı olmadığı gibi, ıslah etme sonucu da sağlamaz. Kamuoyunda buna ilişkin tepkilere de bakılırsa, verilen cezadan toplumda yaşayan diğer bireylerin de hoşnutsuz olduğu görülmektedir. 

Hem evcil hayvanlara, hem de sokak hayvanlarına şiddetin arttığını görüyoruz son günlerde. Sizce önceden de bu kadar var mıydı, yoksa şu an medyaya daha mı fazla yansıyor?
İnsan tarafından hayvanlara uygulanan şiddetin binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla gerek sosyal medyada gerek geleneksel medyada gördüklerimiz ne yazık ki buzdağının sadece görünen kısmı. Sokak hayvanları özelinde bireylerin şiddetine ek olarak, örgütlü yapılar tarafından denetlenmeyen kamu kurumlarının da katliamlar yapabildikleri, yapıyor oldukları gerçeğini yadsıyamayız. Ülkenin büyük şehirlerinden en ücra köşelerine kadar sokak hayvanlarının zehirlenmesi, tecavüze ve şiddete maruz kalması haberlerini okuyoruz, duyuyoruz. Son yıllarda medyada yer almasıysa umarız ki farkındalığı arttırarak, sokak hayvanlarına karşı şiddeti caydırıcı hale getirir.


19 Kasım 2018 Pazartesi

DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAN GELEN RESSAMLAR MERSİN’DE BULUŞTU


Bu yıl 4.sü düzenlenen Uluslararası Mersin Ressamlar Resim Sempozyumu geçtiğimiz günlerde gerçekleşti.


Mersin Büyükşehir Belediyesi ve Uluslararası Resim Derneği’nin 28 Ekim - 5 Kasım tarihlerinde, Abdurrahman Aytekin önderliğinde 21 ressamın katıldığı sergide Mersin’i sembolize eden resimler sergilendi. Sempozyumun amacının Türkiye’deki ve yurt dışındaki ressamları kaynaştırmak, Mersin’i tanıtmak olduğu vurgulandı. 


Sergi öncesi Silifke Taşucu, Aya Tekla Kilisesi, Kızkalesi ve Kanlıdivane gibi tarihi  mekanları gezen ressamlar, gezi sonrasında çalışmalarını Mersin Büyükşehir Belediyesi Sosyal Tesisleri’nde sürdürmeye başladı.

Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Abdurrahman Aytekin, “Büyükşehir Belediyemizin katkılarıyla oluşturduğumuz bu sempozyumun 4.sü yapmaktan onur duyuyoruz. Belediyemizin destekleri her zaman arkamızda olmuş, onların desteğiyle bu başarılı çalışmalarını sanatçılarımız sizlere sunma imkanı yakalamışlardır. Sempozyuma 17 farklı ülkeden ve ülkemizden katılan sanatçılar olduğunu belirtmek isterim. Büyükşehir Belediyemiz resim sanatının Mersin'de değer kazanmasının ilgi  çekmesini sağlamaya  çalışmaktadır. Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz ve çalışmalarıyla sempozyuma katılan ressamlara teşekkür ediyor saygılarımı sunuyorum.” dedi. Bu serginin Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerine faydalı olacağını sözlerine ekledi. Sempozyum sonunda ise ressamlara sertifikaları takdim edildi.


Sergiye katılan ressamlardan İlgar Akbarov “Benim mersine 4. gelişim. Bundan önceki sergilerde Mersin’in görülmesi gereken yerlerini çizmiştim, Kız Kalesi, Kanlıdivane gibi. Bu defa iki aynı resmi çizdim ancak başka tekniklerle. Örneğin çizdiğim yerde deve yoktu ama deve artık benim resimlerimin simgesi haline geldi. Kleopatra Kapısı’nı çizerken aklımdan çizmek zorunda kaldım çünkü Tarsus’a yıllar önce geldiğim haliyle şu anki hali çok farklı. Restorasyon çalışmaları sebebiyle oldukça değişmiş durumda. Bizim geçmişimizi gelecek nesle anlatmak için bu resmi çizdim. Kültürlerin birbirine aktarımı, iç içe geçmesi çok önemli. Bu açıdan çalıştayları ve sempozyumu çok faydalı buluyorum.”dedi.








BİR UMUT BOSTANI: KÜLTÜRHANE