17 Kasım 2019 Pazar

BİR UMUT BOSTANI: KÜLTÜRHANE

Mersin Üniversitesi’nde görevliyken Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza atarak Kanun Hükmünde Kararname ile görevden uzaklaştırılan akademisyenlerin kurduğu Kültürhane, 2 yıldır faaliyetlerine devam ediyor. 23 Eylül 2017 tarihinde Mersin’de açılan mekân, hem kütüphanesiyle hem kafesiyle bir kamusal alan olarak karşımıza çıkıyor.

Barış İçin Akademisyenler Bildirisi Nedir?
Barış İçin Akademisyenler bildirisi veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisi, Türkiye'de 2015-2016'da Doğu illerinde gerçekleşen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin sona ermesi için çağrı yapan bir bildiridir. 2000’i aşkın akademisyenin bildiriyi imzalamasının ardından yüzlerce akademisyen üniversitelerden ihraç edildi. Ardından Türkiye’de pek çok ilde ve yurt dışında dayanışma dernekleri, mekânları kuruldu. Bunlardan biri de Mersin’de yer alan Kültürhane.

Kültürhane’nin kurucularından Deniz Altınay ile yaptığımız söyleşide ihraç edilme sürecini şöyle anlatıyor: “Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nde uzman olarak görev yapıyordum. 2016 yılının Ocak ayında kamuoyuyla paylaşılan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnine imza attığımız için Mersin Üniversitesi Rektörlüğü bir pozisyon aldı ve ihraç sürecimiz hızlıca başladı. İlk olarak sözleşmemizin yenilenmeyeceği tebliğ edildi. Ardından 15 Nisan 2016 tarihinde sözleşmemiz yenilenmeyerek, arkadaşım Bermal Aydın ile usulsüz bir şekilde ihracımız gerçekleşmiş oldu. 1 yıl sonra ise 29 Nisan 2017’de çıkan 689 sayılı khk ile aslında çalışmamış olduğumuz kurumdan tekrar ihraç edilmiş olduk. Çift dikiş ihraçlardanız. Khk ile ihraç edilince seyahat özgürlüğü, farklı kurumlarda çalışmak gibi özgürlüklerimiz de elimizden alındı. Kültürhane süreci de bundan sonra başladı.”

Kültürhane’nin ihraç edilmeden önce de düşünülen bir fikir olduğunu belirten Altınay, kamuda ve özel sektörde önlerinin kesildiğinden bahsetti. Sözlerinin devamında Ulaş Bayraktar, Ayşegül Yılgör ve Nalan Turgutlu Bilgin ile bir araya gelerek kurdukları Kültürhane’yi, kendilerini var ettikleri alanları kesme çabasına bir cevap olarak tanımladı.

Temelde dört kişi olsalar da pek çok akademisyenin yardımının dokunduğunu anlatan Deniz Altınay şunları söyledi: “20’nin üzerinde barış akademisyeni Mersin’den ihraç edilmişti. Pek çoğu farklı farklı ülkelerde akademik hayatlarına devam ediyorlar. Evlerini, odalarını boşaltmak zorunda kalan arkadaşlarımızın ve bizlerin odalarından çıkan kitapların okuyucuyla buluşacak bir mekâna ihtiyacı vardı. Yine biz çeşitli etkinlik ve çalışmalar düzenlemek istediğimiz bir yer arayışındaydık ve Kültürhane bu arayışların bir çabası olarak var oldu.”

Ülkenin ekonomik durumu göz önünde bulundurulduğunda, kurulum sürecinde maddi olarak zorlandıklarını fakat politik olarak bir sorun yaşamadıklarını belirtti.


“Aynı Kentte Değiliz Ama Aynı Hayatı Paylaşıyoruz”
Kuruluş aşamasında ve sonrasında aldıkları dönüşlerin olumlu yönde olduğunu belirten Deniz Altınay, kentten ve şehir dışından gelen arkadaşlarıyla birlikte çok renkli bir açılış yaptıklarını aktardı. Yapılan etkinliklerin örneklerini daha önce farklı mekânlarda görmediğine işaret ederek: “Bazen arkadaşlar gelip iyi ki ihraç oldunuz da böyle bir mekânı kente ve bizlere kazandırdınız diyorlar. Yaptığımız etkinliklerin örneğini farklı mekânlarda daha önce pek göremedik, yıllarca özlemini hissettiğimiz etkinlikler vardı. Üniversitedeyken bunu yapabilmemiz pek mümkün değildi. 2 yıldır da burada farklı etkinlik ve çalışmalar yürütüyoruz, aldığımız dönüşler hep olumlu yönde.” dedi. Sözlerinin devamında konuk bulmakta zorlanmadıklarını ve konukların Kültürhane’ye ulaştıklarını ifade etti. Barış akademisyenleri sayesinde büyük bir ağa sahip olduklarını, birikimli insanlarla bu vesileyle tanıştıklarını ve aynı kentte olmasalar da aynı hayatı paylaştıklarını dile getirdi.


“Sahipleri Dönene Kadar Kitaplara Ev Sahipliği Yapıyoruz”
Kütüphane’de abonelik sistemini henüz kuramadıklarına değinen Altınay, bu sistemin kurulumunun kolay olmadığını söyledi. Bu konuda halen plan yaptıklarını belirterek “Bu sistemi henüz kuramadık maalesef, büyük eksiklerimizden biri. Fakat bu kitaplar bize emanet olan kitaplar ve sahipleri dönene kadar onlara ev sahipliği yaparak okuyucuyla buluşturuyoruz. Bu konuda da titiz davranıyoruz, gözümüz gibi korumaya çalışıyoruz. Ödünç kitap sistemi kolay kurulabilecek bir sistem değil. Bu alanda uzman kişilerin belli açılardan desteğiyle oluşturabilecek bir sistem. Nasıl olacağına dair halen daha kafa yorup belli planlar yapıyoruz. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman daha etkili ve kente dokunan bir kütüphane haline gelecek.” dedi.

İmkanların el verdiği ölçüde Kültürhane pek çok etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Her hafta düzenli olarak sinema günleri, barışın ekolojisi söyleşileri, hafıza-i şehir sohbetleri, müzik buluşmaları, yabancı dil eğitimi etkinlikleri gerçekleştiriliyor. 1 seneye yakın da bisiklet üzerine sunumlar düzenlendi. İlerleyen süreçlerde de farklı farklı etkinliklere ev sahipliği yapacaklarını belirten Altınay, etkinliklerin belirli bir kısmının kendilerinin öngörülerinin dışında geliştiğini, insanlar ın burayı benimsediklerini, buranın bir kamusal alan olduğu gördükten sonra buranın bir parçası olmak adına farklı farklı etkinlik ve çalışmalarla geldiklerini ifade etti.

“Sokaklar Artık Kamusal Alan Değil”
Kültürhane dışında yine Eskişehir’de barış akademisyenlerinin kurduğu Uçurtma Kafe isimli bir mekan bulunuyor. Farklı farklı kentlerde, dayanışma adına pek çok oluşum mevcut. Dayanışma Akademileri, İzmir, İstanbul, Ankara ve Kocaeli’de bulunan Kampüssüzler bunlardan bazıları. Yurt dışında da iletişimde bulundukları yerler olduğunu belirten Altınay: “Yurt dışında bizimle beraber dayanışma gösteren, Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden ihraç edilen ve orada akademik hayatına devam eden Eylem Çamuroğlu Çığ Almanya’da bulunduğu kentte Süprüntü bir kültür merkeziyle kurmuş olduğu ilişki sonucunda ortak çalışmalar yürüttük. Çok sıkı olmasa da temasta bulunduğumuz ağlar var. Elbette hem yurt içinde hem yurt dışında pek çok yerde olmasını istiyoruz. İnsanlar mekân üzerinden örgütlenip mekân üzerinden bir şeyler yapmanın önemini kavradılar. Çünkü artık sokakları kamusal alan olarak kullanamıyoruz ve üretmek için mekânlara ihtiyaç duyuyoruz.” dedi.  
Konuşmasının devamında Kültürhane gibi ya da insanların kendilerini anlatabileceği platformların ortaya çıkmasını istediğini ve anlatılması gereken şeyleri rahatlıkla paylaşabileceğimiz bir dünyaya kavuşmayı dilediğini sözlerine ekledi.


9 Kasım 2019 Cumartesi

MERSİN’DE MEME KANSERİ PANELİ VE FARKINDALIK YÜRÜYÜŞÜ DÜZENLENDİ

Mersin Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Bilim Dalı tarafından 1-31 Ekim Meme Kanseri farkındalık ayı kapsamında düzenlenen meme kanseri paneli, Mersin Üniversitesi Prof. Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Panelin ardından Fenerbahçe Meydanı’ndan Mersin Marina’ya yürüyüş yapıldı.


Profesör Doktor Emel Sezer moderatörlüğünde gerçekleşen panele; Prof. Dr. Ahmet Dağ, Prof. Dr. Alper Sarı, Doç. Dr. Vehbi Erçolak, Dr. Öğr. Üyesi Yüksel Balcı ve Dr. Öğr. Üyesi Eda Bengi Yılmaz katılım gösterdi.

Panelde açılış konuşması yapan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Hakan Öztürk, “Bu gün burada meme kanseri konusunda farkındalık yaratmak ve bu alandaki son gelişmeleri paylaşmak üzere bir arada bulunuyoruz. Üniversitelerin misyonu sadece lisans, lisansüstü eğitim ve araştırma değil, belki de daha önemlisi toplumla bütünleşmek, toplumu bilinçlendirmek, önemli konularda kanıta dayalı verilerle ve akılcı yaklaşımlarla farkındalık oluşturmaktır.” dedi.
Açılış konuşmasının ardından Prof. Dr. Ahmet Dağ, meme kanserindeki risk faktörlerini anlattı. Değiştirebileceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz faktörlerden bahseden Dağ şunları söyledi: “Meme kanseri kompleks bir kanser. Meme uzuv gibi gözükür ama sistematik bir organdır. Ailesel meme kanseri sadece yüzde 10. Birinci derece ve ikinci derece yakınlık elbette büyük risk faktörü taşıyor. Fakat hastaların yüzde 90’ında ailede sadece kendilerinde görülüyor. Diğer risk faktörleri de östrojen hormonlarının yoğun olması. Geç menopoza girmek ve erken yaşta adet görmek riski arttırıyor. Sanılanın aksine doğum yapmak koruyucu da olsa kanseri önlemiyor. Bunların hepsi değiştiremeyeceğimiz risk faktörleri. Değiştirebileceklerimiz ise yaşam tarzı. Obezite ve meme kanseri arasında ciddi bir bağlantı var. Alkol de riski arttırıyor. Egzersiz yapmak ise riski azaltan faktörler arasında.”
Mastektomi Her Hastada Uygulanabilir Mi?
Konuşmasının devamında hastaların; meme alınma işlemi olan mastektomiden korktuklarını ve bu nedenle tedaviye geç başladıklarından bahseden Dağ, her hastada farklı tedavi uyguladıklarını söyledi. Önceliklerinin memeyi korumak olduğunu ve gerekmedikçe mastektomi uygulamadıklarını belirtti. Tümörün meme başına yakın olduğu veya birden fazla bölgede bulunduğu durumlarda ya da koltukaltına yayılması halinde mastektomi işlemine başvurduklarını anlatan Dağ, “Burada teraziye hem onkolojik prensibi hem kozmetiği koymak ve üzerine konuşmak gerekli. Bir memede tümör varsa diğer meme de riske giriyor. Bu gibi durumlarda karşı memeyi koruma yolunda tedavi uyguluyoruz.” Dedi.

Mamografi Nedir? Hangi Durumlarda Uygulanır?
Meme kanserinin teşhis süresini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Yüksel Balcı, her kadının 20’li yaşlardan sonra en azından ayda bir kez kendine elle meme muayenesi yapması gerektiğini vurguladı. Mamogrofik incelemeye 40’lı yaşlardan sonra başladıklarını belirten Balcı şunları söyledi: “Mamagrofi memenin x ışınıyla çekilen röntgen filmi. 20 li yaşlardan 40 yaşlara kadar klinik kontrol, 40 yaşından sonra ise tarama programına girilmesini öneriyoruz. Yaş arttıkça meme kanseri görülme riski artıyor. Hastalığın oluşumunu engellemeyiz ancak erken evre dediğimiz kısımda hastalığı saptamaya çalışıyoruz. Mamografi meme tümörü meme kanallarının içerisindeyken kireçlenme dediğimiz noktasal kireç tanelerini göstererek erken teşhis de bize yardımcı oluyor.”
Konuşmasının devamında hastaların mamografinin yaydığı radyasyondan ve acılı bir tetkik olmasından çekindiklerinden bahseden Balcı, x ışının dozunun oldukça düşük ve normal bir akciğer röntgeninden on kat daha düşük bir oran olduğunu kaydetti. Mamografide sıkıştırma yapılmasının nedenlerini; dokunun eşit kalınlığa ve hareketsiz hale getirilerek daha net görüntü almak olarak açıkladı.

Protez Meme, Meme Kanserinde Tetikleyici Mi?
Prof. Dr. Alper Sarı, plastik cerrahinin hastaların tedavi sürecine en başından dahil olmaları gerektiğini belirterek “Özellikle ameliyat öncesi genel cerrahın bizimle istişare yapmasını bekliyoruz. Ameliyat planlanırken kesilerin nereden yapılacağı, daha sonra bizim hastanın kendi dokusunu kullanacaksak o dokuyu kullanabilmemiz hangi anatomik yapıların korunmasının gerektiğinin konuşulması gerekiyor.” dedi. Protez meme ile ilgili toplumda yanlış bir algı olduğunu ve silikon memenin kanserde hiçbir rolü olmadığını söyledi.
Dr. Öğr. Üyesi Eda Bengi Yılmaz ise protez memenin, meme kanserinde bir tetikleyici olmadığını yineleyerek tedavi sürecinin protez memede deformasyona yol açarak kozmik sorunlar oluşturabildiğini söyledi.

Meme Kanserinin Tedavi Sürecinde Hangi Yöntemler Uygulanıyor?
Doç. Dr. Vehbi Erçolak, meme kanserinde pek çok yeni tedavinin geliştiğini ve her hastada farklı tedavi uyguladıklarını söyledi. Hormon, aşı gibi yeni gelişen tedaviler olduğunu fakat kemoterapinin de büyük bir tedavi başarısı olduğunu belirterek şunları söyledi: “Şu anda meme kanserinde bireyselleştirilmiş bir tedavi uyguluyoruz. Her hastaya kemoterapi vermiyoruz. Öte yandan immünoterapi kanser hastalarında bağışıklık sistemini güçlendirerek tedavi edebiliyor fakat meme kanserinde kesin bir tedavisi yok. Artık bir onkolog, genetik testler yaparak hangi tedavi uygulanacağını bulabiliyor fakat Türkiye’de birkaç merkezde yapılıyor.”
Dr. Öğr. Üyesi Eda Bengi Yılmaz ise ışın tedavisini her hastaya uygulamadıklarını, bu tedavinin amacının hastalıklı bölgede hastalığın tekrarlanmasını önlemek olduğunu aktardı.

Meme Kanserinden Korunmanın Yolları
Doç. Dr. Vehbi Erçolak, meme kanserinden korunma yollarının; düzenli egzersiz, aşırı kilodan kaçınma, bağışık sisteminin kuvvetlendirilmesi, stresten uzaklaşmak ve paraben içeren kozmetik ürünlerinden uzak durmak olduğunu söyledi.

Türkiye’de Meme Kanseri Oranları
Doç. Dr. Vehbi Erçolak 2018 yılında dünyada 2.1 milyon insana meme kanseri tanısı konduğunu ve her yıl yaklaşık 500.000 kişinin bu hastalıktan hayatını kaybettiğini açıkladı. Kanser olan kadınların dörtte birinin meme kanseri olduğunu vurgulayan Erçolak, 2000’li yıllardan sonra görülme ve ölüm sıklığının azaldığını söyledi. Bunun sebeplerinin ise doğum kontrol yöntemleri için kullanılan hormon tedavilerinin giderek azalmış olması, erken teşhis için yeni teknikler geliştirilmesi ve tedavi sürecinde yeni ilaçların kullanılması olduğunu belirtti. 1989’dan sonra Dünya Sağlık Örgütü’nün de desteğiyle meme kanseri farkındalık etkinliklerinin yapılmasının önemli bir rolü olduğunu söyleyen Erçolak: “Meme kanseri neredeyse yüzde 95 oranında tedavi edilebilen bir hastalık bu sebeple kadınların bu konuyla ilgili farkındalık kazanması çok önemli.” Dedi.

Farkındalık Yürüyüşü Düzenlendi

Panelin ardından katılımcılar, Mersin Büyükşehir Belediyesi bandosu eşliğinde pembe tişörtleri, balonları ve pankartları ile Fenerbahçe meydanından Mersin Marina’ya kadar yürüdüler.


Marina’da son bulan yürüyüş, kadınların bando takımı beraberinde İzmir marşı ve 10. Yıl Marşı okuması ile devam etti. Marşların ardından konuşma yapan Mersin Üniversitesi Rektörü Ahmet Çamsarı: “Bu bir malignensi değil bir hastalık. Her 8 kadından birinde bu hastalık görülebiliyor ve bu sayı günden güne artıyor. Tabi kadınların yanında erkeklerde de gözüküyor. Erken tanıyla korkulacak bir hastalık değil. Bunun içinde farkındalığı artırmamız lazım. Malignensilerin, kanser türlerinin hepsinde bu geçerlidir. İşte tam da bu hassasiyetle onkoloji hastanemizi yaptık ve bitirdik. Yaklaşık 2 hafta içinde kadrolarımız da gelirse bu hastanemizin de açılışını yapacağız. Artık bu sorun içinde vatandaşlarımız başka illere gitmeyecek. Özellikle ışın tedavisi açısından. Yeni cihazımızla tedaviye başladık ve çok hassas noktasal atışla tedavi yapabiliyoruz. Bize düşen ne varsa bu konuda her zaman sizlerin yanındayız. İnşallah yapılan farkındalıklarla bu ve benzeri hastalıklardan acı olaylar yaşamayız." dedi.
Çamsarı’nın ardından söz alan Prof. Dr. Emel Sezer “Türkiye’de rakamlara hâkim değiliz ama sonuçta her sekiz kadından biri meme kanseri riski ile karşı karşıya. Kadınlar bazen korkudan bazen üşengeçlikten tetkiklerini hep erteledikleri için hayata geç kalıyorlar. Biz de hastalarımıza ve kadınlarımıza diyoruz ki korkmayın, lütfen ertelemeyin, geç kalmayın, hayatı yakalayın.“  ifadelerini kullandı.
Etkinlik; onkoloji bölümü doktorlarının da katılımıyla, dans gösterisi ve müzik ile devam etti.
                                                 

22 Mart 2019 Cuma

VEGAN BESLENMENİN SAĞLIĞA ETKİSİ VE GELECEKTEKİ YERİ

Son yıllarda oldukça gündemde olan vegan beslenme şekli hem tıp dünyasında hem kamuoyunda çok fazla tartışılıyor. Temelinde etik söylemler barındıran vegan beslenme biçiminin tercih edilme sıklığı gittikçe artıyor.

Vegan Beslenme Nedir?

Vegan kelimesi ilk kez 1944 yılında The Vegan Society‘nin kurucularından olan Donald Watson tarafından ortaya atıldı. Donald Watson veganlığı şu şekilde tanımlıyor: “Veganlık hayvanlar âlemine dair sömürü ve zulmün tüm biçimlerini dışlamanın ve yaşamı gözetmenin yoludur. Et, balık, kümes hayvanı, yumurta, bal, hayvansal süt ve türevlerini dışlayıp bitkiler âleminin ürünleriyle yaşamayı ve tamamen ya da kısmen hayvanlardan üretilen tüm ticari malların alternatiflerini kullanmak şeklinde pratiğe dökülür.”

Vegan kelimesi daha sonra 1979 yılında The Vegan Society tarafından şu şekilde tanımlandı: “Veganlık hayvanların gıda, giyim ya da başka amaçlarla maruz kaldıkları sömürü ve zulmün her türlüsünden -uygulanabilir olan en mümkün mertebede- kaçınan ve buna ek olarak insanların, hayvanların ve çevrenin yararına, hayvan kullanımı içermeyen alternatiflerin geliştirilmesini ve kullanımını destekleyen felsefe ve yaşam biçimidir. Beslenme söz konusu olduğunda, hayvanlardan tamamen veya kısmi olarak elde edilen ürünlerin reddedilmesini ifade eder.” Bu tanım halen derneğin belgelerinde resmi tanım olarak yerini korumaya devam etmektedir.
Vegan beslenme, bir beslenme şeklinden çok yaşam felsefesi olarak karşımıza çıkıyor. Et, süt, yumurta, peynir gibi hayvansal gıdaları tüketmeyen veganlar, bu felsefeyi hayatlarının her alanına taşıyor. Kozmetik, giyim gibi sektörlerde de hayvan deneyi yapmayan ya da hayvan kaynaklı madde taşımayan ürünleri tercih ediyorlar.



Hayvansal gıdaların beslenme şeklinden çıkarılması, besin seçeneklerinin azaldığını gösterse de; marketlerde pek çok alternatifi bulunuyor. Soya kıyması, badem veya soya sütü, tofu gibi besinlerle hayvansal gıdaların yerini doldurmak mümkün.

Vegan Beslenme Biçiminin Sağlığa Etkisi

Halen daha tartışmalara sebebiyet veren bu konu; vegan beslenmenin uzun vadede sağlığa zararlı ya da yararlı olduğuna dair bir sonuca henüz varılabilmiş değil. Ancak çalışmalar, vejetaryen/vegan beslenme ve sağlık arasında olumlu bir ilişki olduğunu gösteriyor. Uzmanlar; bireyin günlük alması gereken besin ihtiyacının, hayvansal gıda takviyesi olmadan diğer besinlerden alınabileceğinden söz ediyor.

Diğer besinlere baktığımızda; kuru baklagiller, yağlı tohumlar, tahıllar ve sebzeler protein içeriyor. Günlük protein ihtiyacı yetişkin kadınlarda 47-59 gram yetişkin erkeklerde 58-72 gram olduğunu görüyoruz. Et, tavuk, balık gibi besinlerin 30 gramında ortalama 6 gr protein bulunuyor. Bir kupa kuru baklagil yaklaşık 16 gram protein, bir porsiyon esmer pirinçse yaklaşık 5 gram protein barındırıyor.

Amerikan Diyetetik Derneği Dergisi’nde yayınlanan bir raporda; “Vejetaryen/vegan diyetler düşük seviyelerde doymuş yağ, kolesterol ve hayvansal protein ve daha yüksek seviyelerde karbonhidrat, lif, magnezyum içerdiği için bir dizi besinsel fayda sunmaktadır. C ve E vitaminleri ve fitokimyasallar gibi potasyum, folat ve antioksidanlardan zengindirler.  Dikkatli bir şekilde planlandığında ve uygulandığında vegan beslenme çoğu insan için sağlıklı olabilir, ancak herkes için her zaman iyi bir fikir olmayabilir.” deniyor.


Kalp ve İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Kınıkoğlu; vegan beslenme üzerine yaptığımız röportajda, özellikle kalp sağlığına olumlu etkilerini anlattı. Toplumun bu konuda yeterince bilgi sahibi olmadığını da sözlerine ekledi.

Öncelikle vegan beslenme nedir? Türleri nelerdir?
Vegan beslenmede et, tavuk, balık gibi her türlü hayvanın etiyle birlikte bu hayvanların doğal hayatta kendi yavruları için yaptığı süt, yumurta, bal gibi hayvansal ürünler ve bu ürünlerden kültüre edilen peynir, yoğurt, kefir gibi yiyecekler yenmez, tek besin kaynağı bitkilerdir.  Benim hastalarıma ve orta yaş üstü insanlara önerdiğim beslenme şekli “az yağlı vegan beslenme”dir. Tıkalı kalp damarlarının açılması amacıyla uyguladığımız bu beslenme şeklinde vegan beslenmeye ilaveten şeker ve zeytinyağı dahil bitkisel yağlar kullanılmaz.

İnsanlar genellikle ya sağlık için ya da etik açıdan doğru olduğunu düşündüğü için vegan olmaya karar veriyorlar. Siz vegan olmaya nasıl karar verdiniz? Süreç nasıl işledi?
Benim vegan olma serüvenim 54 yaşında kalp krizi geçiren ağabeyimden sonra başladı.  Annem babam da kalp hastasıydı ve onlara hiçbir yardımım olmamıştı. Kardiyolog olmama rağmen ben de mi kalp krizi geçireceğim diye düşünürken Dr. Orish ve Dr. Esselstyin’in bitkisel beslenmeyle kalp damarlarının açıldığını gösteren çalışmalarını okudum. Konuyla ilgilendikçe kalp hastalığından korunmanın tek yolunun az yağlı bitkisel beslenme olduğunu gördüm. 
Navegan bireylerin veganlığa geçiş sürecinde fiziksel olarak yaşayacakları değişim ve sıkıntılar nelerdir?
Yeteri kadar motive olunursa herhangi bir fiziksel sıkıntı çekmezler. Halk arasında veganların et yemedikleri için halsiz olacakları veya saçlarının döküleceği şeklinde yanlış inanışlar var. Bu duyumların etkisi altında kalarak vegan olduktan sonra dökülen saç tellerini sayanlar gördüm. Bu açıdan doğru bilgiye ulaşmak çok önemli. Bilimsel çalışmalar, akıllıca uygulanan vegan beslenmenin herhangi bir eksikliğe neden olmadığını, artılarının eksilerinden fazla olduğunu gösteriyor.
Vegan olursanız kalp krizi, şeker hastalığı, romatizma, felç hastalığı riskiniz azalır. Yaşlılık yıllarında zihinsel kapasiteniz daha iyi olur. Alzheimer hastalığı riskiniz düşer. “Vegan Sağlık” kitabımda detaylarıyla anlattığım gibi vegan olmak en sık görülen “50” hastalığa yakalanma riskinizi azaltır. 
Vegan beslenme sürecine yeni başlayan bireylerin beslenme şekli nasıl olmalıdır? En çok hangi besinleri tüketmeleri gerekir?
Veganlar dört ana grup yiyecekle beslenir; sebze, meyve, tam tahıl ve bakliyat. İlaveten yemişler ve kabuklu kuru yemişler tüketiriz. Bir hafta boyunca bu besin gruplarının her birinden azar azar da olsa yemek önemlidir. Sıvı yağ (zeytinyağı) dahi olsa aşırı tüketimini uygun bulmuyorum. Aynı şekilde şeker vegan bir üründür, etik olarak yenmesinde bir sakınca yoktur ancak fazla miktarda tatlı yemek vegan olanlar için de olmayanlar için de zararlıdır.
Son zamanlarda ailelerin çocuklarını vegan beslediklerine dair olumsuz yönde pek çok haber çıktı. Vegan beslenmenin çocukların gelişimine ve sağlığına etkisi nedir?
Kötü beslenen çocuk sorunu vegan olmayanlar çocuklarda da var. Bana 12-13 yaşlarında yüksek tansiyonla gelen, kilo sorunu olan, insülin direnci gelişmiş çocuklar var. Bunların hiçbiri vegan değil ama sağlıksızlar. Vegan çocuklarda obezite sorunu, tansiyon sorunu çok daha az görülüyor. Elbette çocuğunuzu yağ ve şekerle beslerseniz vegan olsa da rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Vegan Beslenmek Sağlığı Olumsuz Etkiler Mi?
Kardiyoloji Uzmanı Dr. Zekiye Asuhan Kara Aksoy ise vegan beslenme üzerine yaptığımız röportajda; vegan beslenmenin oldukça zor ve riskli bir beslenme biçimi olduğunu belirtti.
Bütün beslenme biçimlerini ele alırsak sizce en sağlıklı olanı hangisi? Vegan beslenmenin bireye ve dünyamıza sizce katkısı var mı?
Beslenme türlerine bakarsak hepçil beslenme yani tüm besinlerden azar azar yemenin doğru ve sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Vegan beslenme biçimi oldukça zor bir beslenme şekli. Zararlı olduğu ya da eksik kaldığı noktalar olabilir. Bu açıdan riskli buluyorum. Etik açıdan elbette hayvanlara ve doğaya olumlu yönde katkıları olduğunu söylemek mümkündür. Ama günümüzde sütün, yumurtanın muadiline ulaşmak zor.
Vegan beslenme biçimi insan vücudunda ne gibi rahatsızlıklara sebebiyet verebilir?
Besin takviyelerinin yeterli gelmemesi ve vücudun ihtiyacı olan besine ulaşamaması sonucunda bireyde, B12 Vitamini, mineral ve yağ, protein eksikliği görülebilir. Bunun yanında yüksek miktarda fitik asit ve yüksek karbonhidrat tüketimi sonucunda candida mantarı oluşabilir. Kas kayıpları gözlenebilir.
Çocuklarını vegan yetiştiren pek çok aile var. Vegan beslenmenin çocukların gelişimine ve sağlığına etkisi nedir?
Olumsuz etkileri olabilir. Erişkinde de çocukta da eksik kaldığı noktalar var. Ancak bunun yanında sindirimin kolay olması, bitkisel besinlerin ulaşımın rahat rahat olması ve vitamin dağılımının daha sağlıklı olması olumlu yönleri arasında.

Gelecek Vegan mı?

2018 yılının istatistiklerine göre:
  • İnsanların vegan ürünlere olan talebi %140 artış gösterdi.
  • Vegan market büyüklüğünün 5 milyar dolara yükseldiği rapor edildi.
  • Et ve et ürünleri yemeyi bırakarak vejetaryen yaşamaya başlayan Portekizli sayısı %400 oranında artış gösterdi.
  • İngiltere’de vegan ve vejetaryen yemeklere artan talep %987 gibi yüksek bir oranda artış gözlendi.
  • Bitkisel sütlerin pazardaki payı %40 oranında arttı.
Vegan beslenme biçiminin tercih edilme oranı dünyada ve ülkemizde artış gösterse de geleceğin vegan olduğuna dair kanıt sunabilmek henüz mümkün değil. Kalp ve İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Kınıkoğlu vegan gelecekle ilgili şunları söylüyor: “Veganlığın çevreye olumlu katkısı maalesef yeteri kadar bilinmiyor. “Vegan olmadan çevreci olamazsınız” dediğim kişiler “Ne alaka?” diyorlar. Besi hayvanları için kullandığımız su bizim içtiğimiz sudan fazladır. Düşünün, 453 gram sığır eti için 49 ton su kullanmanız gerekiyor.  Hayvanların sindirim süreçleri yılda 100 milyon ton metan gazı salıyor. Tüm dünyadaki Co2 nin % 9'u, metan'ın % 37'si, azot oksit'in % 65'i hayvancılık faaliyetleri sonucunda açığa çıkıyor. 
Vegan nüfus tüm dünyada ve ülkemizde büyük bir hızla artıyor. Özellikle gençlerde vegan beslenmeye büyük ilgi var. Onların çıkış noktaları sağlık değil etik… Bu yüzden çok daha anlamlı.”
Kardiyoloji Uzmanı Dr. Zekiye Asuhan Kara Aksoy ise vegan gelecek konusuyla ilgili şunları söyledi: “Günümüzde bitkisel besinlerin de tıpkı hayvansal gıdalar gibi ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır. Besinlerin içeriğine etki edecek ve insan sağlığını olumsuz etkileyecek pek çok madde kullanılıyor. Dolayısıyla sadece bitkisel beslenmeye dayanarak, bir gelecek kurmak mümkün görünmüyor.”

KAYNAKÇA
·        https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12778049

·        https://www.gidahatti.com/vegan-beslenme-nedir-129706/

10 Ocak 2019 Perşembe

ŞULE ÇET CİNAYETİ

Türkiye'de Kadın Cinayetleri
Geçmiş yıllara baktığımızda; 2015'de 303, 2016'da 328, 2017'de 364 kadın öldürüldü. 2018 yılında ise 440 kadın öldürüldü. Kadın cinayetlerinin yüzde 85’ini eşlerin, sevgililerin, eski eşlerin işlediğini görmekteyiz. Her geçen yıl artan kadın cinayetlerinin temel sebebi şüphesiz ki hukuki yaptırımın yeterli olmamasıdır. İşlenen suçların birçoğunda cezai indirim uygulanmakta, fail hak ettiği cezayı almamaktadır. Mevcut iktidar tarafından yasalarda düzeltme getirmek yerine toplumu daha fazla şiddete sürükleyen hadım, idam gibi cezai yaptırımlar gündeme getirildi. Bu yaptırımların mevcut şiddeti önlemek yerine toplumda büyük bir hezeyan yaratacağını söyleyebiliriz.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile yaptığım röportajda, bu konular üzerine konuştuk:
 Cinayetlerin son yıllarda artışının sebebini neye bağlıyorsunuz?

Kadın cinayetleri ülke ve dünya gündeminden bağımsız düşünülemez. Şuan ciddi anlamda şiddet ortamı oluşturuldu ve bu gittikçe artıyor. IŞİD zihniyetinin ve savaş ortamının yansımalarını görüyoruz. Örneğin; bir adam karısını öldürmek için evinin önüne bomba koyuyor, kadınlar işkence ile öldürülüyor. Yani kadın cinayetleri arttığı gibi kadınların öldürülme yöntemleri de gitgide canileşti. Bunda en önemli etkense, devlet yetkililerin bu soruna karşı çözücü adımlar atmayıp kadın düşmanı dili her yerde kullanıyor olmasıdır. Özellikle laiklik karşıtı söylemler sonrası bu dilin gittikçe kullanımı arttı. Doğurmayan kadın yarımdır, kadın kahkaha atmaz gibi kadınları toplumdan soyutlayıp kadına yönelik şiddeti körükleyici bu lafların yöneticiler tarafından ediliyor olması şiddeti de haliyle arttırıyor.

Devletin bu cinayetlerdeki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Talebiniz var mı?

Bu toplumsal bir sorun ve en geneli kapsayacak çözüm yolları da toplumsal olabilir. Bu anlamda devletin yasama ve yargı organının ciddi anlamda çalışması gerekiyor. Örneğin, toplumda Özgecan Yasası olarak bilinen kadın katillerine indirim uygulanmaması yönündeki yasanın çıkarılmasına yönelik adımlar atılmalı. Koruma Kanunu bizlerin sayesinde yürürlülüğe girdi, ancak etkin uygulanmıyor. Devletin tüm kolluk ve adli güçlerinin kanunun etkin uygulanmasına yönelik hareket etmesi gerek. Bunun dışında kadınlar en çok boşanmak isterken öldürülüyor. Mecliste kısaca bilinen adıyla Boşanma Komisyonu’nun kadınların boşanmasını zorlaştıracak değil, aksine olumlu adımlar atması gerekiyor. Anayasada cinsel yönelimlerin tanınması ve bu yöndeki saldırıların en aza indirgenmesi için gerekli çalışmaların başlatılması şart. Bu taleplerle ilerleyecek kadın çalışmaları ve Kadın Bakanlığı’nın kurulmasıyla kadına yönelik şiddetin en aza ineceğinden eminiz.



Medyaya baktığımızda ise, kamuoyunda yeterince duyulmamış olan haberlere çok fazla yer verilmediğini; kamuoyunda ses getirmiş haberlerin ise devamlı gündemde olduğunu görüyoruz. Şule Çet 2018 yılında, bilinen rakamlarla, öldürülen 440 kadından sadece biri. Kamuoyunda, özellikle babasının Twitter’da açtığı hesapta bulunduğu yardım çağrısıyla yankı uyandırdı. Hem ana akım medyada hem sosyal medyada, diğer kadın cinayetleri haberlerine göre daha görünür hale geldi.

ŞULE ÇET KİMDİR?

Şule Çet Gazi Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi Tekstil Tasarımı 2. sınıf öğrencisiydi. 29 Mayıs 2018'de Ankara’daki bir plazanın 20’inci katından şüpheli bir şekilde düşerek yaşamını yitirdi.

 


Çağatay Aksu, daha önce işten çıkardığı Şule Çet’i işe alacağını söyleyerek iş yerine davet etti. Görüntülerden, Çet’in Çağatay Aksu ile yanlarında bulunan iki erkek B.Y. ve T.K. ile birlikte saat 23.54’te plazaya girdikleri, gece saat 01.30 sıralarında B.Y. ile T.K.’nin plazadan ayrıldığı, Aksu ile Çet’in ise orada kaldığı belirlendi. B.Y. ile T.K.’nin ifadelerine başvurulurken, Aksu adresinde bulunamadı.Çağatay Aksu ve arkadaşı Berk Akand gözaltına alındı. Aksu ifadesinde “Tutmaya çalıştım ama intihar etti” dedi. B.A. ise başka bir odada olduğu için olaylardan haberi olmadığını söyledi. Her ikisi de adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Aynı gece, Çet’in ev arkadaşını arayarak, “Beni ara ve acil gelmem gerektiğini söyle” dediği, 02.00’de ise “Buradan çıkamıyorum, adam bana takmış. Bırakmıyor” diye mesaj attığı öğrenildi.

4 Temmuz 2018’de Çet’in ölümünden önce tecavüze uğradığını gösteren otopsi raporu açıklandı. Çet’in kanında “uyumayı tetikleyen uyarıcı madde”, vücudunda boğuşma izleri, dokuz parmağının tırnak altında Çağatay Aksu’ya ait doku kalıntısı ve DNA bulguları tespit edildi.
3 Aralık 2018’de ise Çağatay Aksu ve Berk Akand hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “kasten öldürme, cinsel saldırı ve hürriyeti tehdit” suçlarından müebbet ve 39 yıla kadar hapis cezası istedi. İddianamede Çet’e cinsel saldırıda bulunulduktan sonra darp edildiği ve camdan atıldığı belirtildi.
6 Şubat tarihinde Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek davada karar sonuca bağlanacak.
MEDYADA KADIN CİNAYETLERİ
Her geçen yıl artan kadın cinayetlerinin medyada çok az yer almasıyla birlikte; çoğu zaman haberin cinsiyetçi ifadelerle yazıldığını görüyoruz. Ana akım medyanın etik kurallara aykırı ve kadını ikincil konumda gören haberleri ataerkil düşünceyi beslemektedir. Kullanılan üslup, okuyucu kitlenin zihninde yer etmekte ve toplumu yönlendirmektedir. Ülkü Doğanay ve İlkay Kara’nın “Tecavüzün Münferit Bir Olay Olarak Çerçevelenmesi: Yazılı Basında Pippa Bacca Haberleri” çalışmasında; Türkiye’ de basında yer alan haberlerde, şiddetin yok sayıldığını ve metinlerin ataerkil düşünce sistemine hizmet ettiği sonucuna ulaşılmıştır.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ile yaptığımız röportaja dönersek kadın cinayetlerine medyanın tutumu üzerine, verilen mücadelenin başarılı olduğunu söylediler:
Yaşanan kadın cinayetlerinin ardından geleneksel ve sosyal medyanın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mücadelemiz sayesinde bu konuda büyük gelişme kat edildi. Kadın cinayetleri, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde yer alır ve bu cinayetlere kadın cinayeti yerine aşk cinayeti, namus cinneti, koca vahşeti gibi terimler kullanılıyordu. Ancak konunun aslında politik olduğu, toplumsal sorun olan bu cinayetlere karşı toplumsal çözüm yolları üretilmesi gerektiği ve kadın cinayeti olarak tanımlanması gerektiği hususunda kamuoyu oluştu. Bu bizlerin mücadelesi sayesinde oldu.




ŞULE ÇET CİNAYETİNİN BASINA YANSIMASI
Şule Çet cinayetine baktığımızda ise medyada çok fazla yer bulduğunu, diğer kadın cinayetleri haberlerine oranla daha az cinsiyetçi ifadeler kullanıldığını söyleyebiliriz.


Haberlerin Dili
Gazeteler
Cumhuriyet
Hürriyet
Sabah
Cinsiyetçi
İfade Kullanım
3
4
3
Toplam Haber
12
18
10


Tabloda Şule Çet cinayetiyle ilgili Kasım ve Aralık aylarında en çok haber yapan gazeteleri ve haberlerinde kullandıkları cinsiyetçi ifadelere ne kadar yer verdiklerini görüyoruz.
Toplamda 10 haberde ‘lüks plaza’ vurgusu yapıldığını ve cinayetin meşrulaştırıldığını görmekteyiz. Şiddete dayalı söylemler ve cinsiyetçi ifadeler, toplumda egemen olan yapılar tarafından medya aracılığıyla toplumda meşruluk zemini kazanmaktadır. Kamuoyu bu ifadeler ve söylemler karşısında farkında olmadan tüketici konumundadır.
Etik ilkelerin yok sayılarak; cinsiyetçi, kadını ikincil konumda gören ifadelerin yer aldığı haberlerin gün geçtikçe artmasının başlıca sebebi hukuki yaptırımı olmaması denebilir. Kadına yönelik şiddetin ortadan kalkması, toplumsal düzeyde bir dönüşüm gerektirir. Bu dönüşüm için yapılacak çalışmaların odağında söylem olmalıdır. Söylemin yeniden doğru bir şekilde üretimi ve toplumun bu yönde bilgilendirilmesi şiddetin yaygınlığını ve yoğunluğunu azaltacaktır. Çünkü şiddet dilde başlar, en başından bu durumun düzeltilmesi toplumda büyük oranda etki yaratacaktır. Ve bu noktada medyanın önemli bir rolü vardır.

MERSİN’DE HEDİYELİK EŞYA FUARI BAŞLADI

Bu yıl 13.sü düzenlenen ve 11 gün sürecek olan 13. Yılbaşı Hediyelik Eşya, El Sanatları ve Yöresel Ürünler Fuarı açıldı.

 

Yılbaşı Hediyelik Eşya, El Sanatları ve Yöresel Ürünler Fuarı’nın açılışıYenişehir Fuar Merkezi'nde Toroslar Belediye Başkanı ve MHP Mersin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Hamit Tuna katkılarıyla gerçekleştirildi.





 

21-31 Aralık tarihlerinde devam edecek olan fuarda; hediyelik eşya, yöresel ürünler, el sanatları, tablolar, saatler, gözlükler, çeyiz eşyaları, yemekler ve daha birçok ürünün olduğu toplamda 135 stant bulunuyor.



Mersin Fuar Anlamında Önemli Bir Şehir

Toroslar Belediye Başkanı Hamit Tuna açılış konuşmasında “Burada satılan, üretilen ürünlerin yerli olmasından dolayı bu fuar hem önemli hem de üretilen el emeği, göz nuru özellikle bizim Toroslar Teknik Eğitim Kursları (TORTEK) himayesinde 34 dalda meslek grupları var. Burada özellikle cam füzyon üzerine geçen yıldan başladık, bu yılda devam ettiğimiz mükemmel ürünler üretiyorlar. Bir geri dönüşüm projesi aynı zamanda. Biz bu kadar değer kattığımız meslek anlamında, bu mesleği öğrenen insanların da ürettikleri ürünleri burada pazarlamaları, göstermeleri çok anlamlı ve önemli. Ayrıca yöresel ürünlerin de sergilenmesi başka bir değer” dedi. Mersin’in fuarcılık anlamında önemli bir şehir olduğunu belirten Tuna, fuarların insanları bir araya getiren, halleşme, dertleşme, birbirini görme, muhabbet etme yerleri olduğunu sözlerine ekledi.

Sanata Ve Sanatçıya İlgi Çok Az



Fuara katılan kaligrafist Günay Özdemir “Güzel yazı sanatıyla uğraşıyorum, diğer adıyla kaligrafi. Hattat sanatı da deniyor ancak o Arap harfleriyle yapılıyor. Kaligrafi ise Latin harfleriyle yapılıyor. Yaklaşık 7 yıldır bu işle uğraşıyorum. Fuara bu yıl kişisel 2. katılımım. Maalesef ilgi beklediğimiz gibi yoğun olmuyor. İnsanlar daha çok Çin mallarına, hazır ürünlere yöneliyor. Bizim yaptığımız işi sanat olarak bilen ve adlandıran kişi sayısı çok az. Ben seramik tabaklara, anahtarlara, ayraçlara ve bilekliklere yazı yazıyorum. Yetersiz bulunuyor, bazen tabak sattığımızı zannedenler oluyor. Keşke sanata ve sanatçıya daha fazla ilgi duyulsa” dedi. Ekonomik sebeplerin insanları sanata daha az ilgi duymalarına sebep olduğunu sözlerine ekledi.

BİR UMUT BOSTANI: KÜLTÜRHANE